Osmanlı Damgalı Tuğralı Gümüşler ve Osmanlı Gümüşlerine Vurulan Damgalar
Osmanlılar’da gümüşten imal edilmiş her türlü eşyanın üzerine devrin sultanlarının tuğrasını vurma geleneği oldukça eskidir. Bulabildiğimiz en eski damga örneği, II. Beyazıd’a aittir. II. Beyazıd’den VI. Mehmet Vahdedin’e kadar başa geçen 29 padişahta ancak 20’sinin tuğrasını taşıyan gümüş eşyalara rastladık. Bu rarad, II. Bayezıd’ın babası Fatih Sultan Mehmed’in tuğrasını taşıyan 15 dirhemlik bronz bir ağırlığın bulunmasını, gümüşlerde de aynı tip bir damga ile damgalanıp kullanıldığını gösteren bir delil sayabiliriz.
TUĞRALI GÜMÜŞLER GÜNÜMÜZDE NEDEN NADİR?
Tuğralı gümüş eşya koleksiyonu yapanlar, her sultana ait en az bir gümüş eşya bulmak imkanına sahip değildirler. Bunun nedenini araştırmalarda, karşımıza Osmanlı ekonomisinde meydana gelen bunalımlara karşı alınan önlemler çıkıyor. Bugün olduğu gibi geçmiş dönemlerde de, ekonomik bunalımlardan kurtulmak için çeşitli çarelere başvurulmuştur. Bunalımların kaynakları çeşitlidir, fakat en önemlisi Yeniçeriler’dir. Çünkü, Yeniçeriler’e gerekli ödemeler yapılmaz, yani maaşları (ulufeleri) ve sultan tahta çıktığında verilen “cülus bahşişleri” dağıtılmazsa isyan ediyorlar, hatta sultanı bile değiştiriyorlardı. Bu ayaklanmaların çözümü olarak hemen “sah akçe” (ayarı 900’e yakın, iyi gümüş akçe” temin etmek gerekiyordu. Hazinenin ise çoğunlukla yetersiz ve bazı dönemlerde bom boş olması, bu ödemeleri geciktiriyordu. İlk çare, Saray’daki gümüş ve altın eşyanın eritilmesiydi. Bu yetmezse, ki çoğunlukla yetmediğini biliyoruz, Şeyhülislam tarafından yazılan fetvaya dayanarak halktan toplatılan eşyayı eritiyor, yerine akçe basıp gerekli ödemelerde problemleri çözmeye çalışıyorlardı. Resimde, Sultan II. Mahmud devrinde Hicri 1238 senesinin Rebi’ülevvel’ine ait bir belge de (Belge I), nelerin eritileceği tek tek yazılmıştır.
Örneğin, fincan- zarfı, şamdan, tepsi, sahan, gülabdan, buhurdan, tatlı okkası, su tası, maşrapa, leğen-ibrik, nargile seri, at koşumları, at örtüleri, şamdan tablası, vb eşya. Belge, bu tip gümüşlerin kırk gün içinde darphaneye iletilmesini ve orada satın alınacağını açıklıyor. Bu yazı Yenişahri Fener’den Saray’a konuyu anladıklarını belirten cevaptır.
I. Abdülhamid (1774-1789) ve III. Selim Devrinin üçüncü Şeyhülislam Hamidzade Mustafa Efendi’nin Hicri Safer 1204 (Miladi Ekim 1789) tarihini taşıyan fetvası özetle şöyledir: Kadınların tezyinatı, mühür ve silah kabzaları hariç olmak üzere altın ve gümüşten mamul eşyanın kullanılması haram olduğu, bu gibi şeylerin sikke kesilmek üzere bedeli mukabilinde darphaneye verilmesinin şart olduğu yazılıdır. Bu fetvaya dayanarak İmparatorluğun çeşitli yörelerine fermanlar yazılmış ve Sadaret Kethüdaları bu fermanları gerekli bölgelere götürmüşler, halkı meydanlara toplayıp törenle herkese okumuşlar. Bursa’dan yukarıda bahsi geçen fetvaya istinaden yazılan çok ilginç bir emr-i şerifte (Belge 2) özet olarak şunlar yazılıdır: Allah’ın ve Peygamber’in laneti olsun. Bursa’da gümüş ve altın toplama işine Ahmed Bahhaeddin nazır tayin edilmiştir. Gümüş dirhemini 10 paradan, altının miskalini ( 1 miskal= 1.5 dirhem) 6.5 kuruştan satın alacaktır. Reayaların (gayrimüslimler) da her hafta ne kadar teslim ettiklerinin bir deftere kaydedilerek bildirilmesi emrolunmuştur.
Bu emr-i şeriften yaklaşık bir sekiz ay önce, yani I. Abdülhamid’in son yılında, aynı buyruk İstanbul’daki gayrimüslimlere (reayalara) da bir ferman ile iletilmiştir. Fermanın 1789 (Hicri 1203) Cemazi’ül-evvel tarihini taşıdığını Surp Haç Üsküdar Kilisesi’nin bir kaydından öğreniyoruz. Özetle, Rumlar’ın 5.000 okka ( 1 okka, 1.282 kg.), yani 6.410 kg., Ermeniler’in 4.000 okka (5.128 kg.) ve Museviler’in ise 3000 okka ( 3.846 kg) toplayıp darphaneye derhal götürüleceği, gümüşün dirhemine 10 para ödeneceği beyan edilmiştir. Üsküdar’daki kilise ancak 19.695 dirhem, yani yaklaşık 49.2 okka gümüş toplayarak Vezir Han’a ( Çemberlitaş) götürmüş ve erittirmiştir. Diğer sekiz Ermeni kilisesinin ne kadar topladığını bilmiyoruz. Ancak, eksik okkaların gümüş karşılığı ödenecek paradan eksik ödenerek, 4.000 okkanın kısmen gümüş, kısmen de para ile tahsil edildiğini anlıyoruz.
Böylece, senelerce imal edilen gümüş eşyalar bir anda eritilip akçeye dönüştürülüyordu. Bu olay defalarca tekrarlandığı için Saray’da ve halkın elinde eskiden kalma gümüş eşya imal eden ustalar gümüş bulamadıklarından ve de esasen yasak olduğundan, uzun seneler işsiz kalıyorlar ve işlerini bırakıp başka işler ile uğraşıyorlardı.
TUĞRA VURMA GELENEĞİNİN NEDENLERİ
Sultan Reşat döneminde, Takvim-i Vekayi’nin 6. Ramazan 1331 tarihli nüshasından öğrendiğimize göre, gümüşlere sah ve tuğra vurmak mecburi değildi. O devirde, her parça altın için 15, gümüş için 3 kuruş ayar tespit ve çeşni ücreti alınıyordu. Sah ve tuğra vurma fiyatları ise, altın için dirhem başına 2 kuruş, gümüş için dirhem başına 3 paraydı. Sultan Vahdeddin döneminde bu fiyatlar, Takvim-i Vekayi’nin 9 Receb 1338 tarihli nüshasından öğrendiğimize göre şöyledir: Ayar ve çeşni ücreti, altın için parça başına 120 kuruş, gümüş için 40 kuruş, sah ve tuğra damgası için ise bir dirhem başına altın için 5 kuruş, gümüş için 10 para alınıyordu. ( Belge 3) Yukarıda görülen ve herkesin bildiği bir gümüş kaşığın hükümet tarafından alınan damga ve ayara harçlarını Sultan Reşad ve Vahdeddin dönemleri için karşılaştırdığımızda, şöyle bir tablo ortaya çıkıyor: Bu kaşıklar yaklaşık 30 ile 40 gram arasındadır. Biz ortalama olarak 35 gram alalım. Bu da yaklaşık 11 dirhem eder.
V. Mehmed Reşat dönemi:
Kaşığın ayar tespit ücreti 3 kuruş Damga 11 dirhem x 3 para= 33 para Toplam 3 kuruş 33 para
VI. Mehmed Vahdeddin dönemi:
Kaşığın ayar tespit ücreti 40 kuruş Damga 11 dirhem x10 para= 110 para Topam 42 kuruş 30 para Kaşığın maliyetine ilave edilen damga ve ayar vergisi olan üç kuruş otuz üç para son Osmanlı Sultanı VI. Mehmed Vehdeddin döneminde kırk iki kuruş otuz para olmuş, inanılmaz bir fiyat artışı meydana gelmiştir. Bu nedenle, VI. Mehmed Vahdeddin tuğrasını taşıyan günümüzde eşya bulmak hayli zordur diyebiliriz. Bugüne kadar yalnızca bir adet örneğine rastlayabildik. Üsteki fotoğrafda büyütülmüş tuğrası görülen tabak Sadberk Hanım Müzesi’nde ( SHM G–74/407 numarasıyla kayıtlı olarak) bulunmaktadır.
Sonuç olarak, tuğra vurmak hem hükümet için iyi bir kar kaynağı oluşturuyor, hem de halk tarafından hükümetin kontrolünden geçmiş olan bu damgalı gümüşlerin aldanmadan gönül rahatlığı ile satın alınmasını sağlıyordu. Bu arada, tuğra vurma işleminin yalnızca çeşni alınmış ve 900 ayar olduğu tespit edilmiş eşyalara uygulandığını da unutmamak gerekir.
KAYNAKÇA:
Takvim-i Vekayi, 6 Ramazan 1331. Takvim-i Vekayi, 7 Receb 1336. Kud Ağanyanz, Tivan Hayoz Batmutyan, Cilt, (Tiflis, 1912) Abdülkadir Altunsu,, Osmanlı Şeyhülislamları ( Ankara, 1972)